Basarlar da haberin olmaz

Geçen bunaldım. Dinleme, izleme, patlama, çatlama, tiraj, reyting olaylarından bıktım. Bindim bisiklete.  Birkaç saat sonra küçük bir kahvenin girişindeki masada oturuyorum. Yan masada 3 kişi. Yaşları 60-70 arası.

"Barajlar kurumuş.”
“Gazetelerin yalanı o. Susuzluk olmayacakmış…”
“Sen de bu kafa varken deniz suyunu musluğuna basarlar da haberin olmaz.”
“Ya, 40 yıldır her şeye karşı, herkese karşısın. Vır, vır, vır. Sırf çene. Huysuzsun, huysuz.”

Dikkat ettim adamlardan en yaşlı gözükeni hiç konuşmuyor. Çay bardağının içindeki kaşığı döndürüyor dalgın dalgın.

“Öyle diyon da, geçen trafikte kalınca avaz avaz bağırdındı ya kahvede.”
“Sis vardı. Karşı mı çıkacaksın Allah’ın verdiğine. Yapmasalardı deniz tüpünü zor giderdi insanlar. Bak bizim buraya da tünelden zıp diye geliyoruz artık.”
“Araban varsa geliyon o tünelden. Bizi de boğuyon gaza.”
“Ne arabası. Tren giriyor, tren. Koca koca vagonları sokmuşlar denizin altına.”
“Yaptıklarından fazlasını yiyorlar ama.”
“Hiç yapmadan yemeleri daha mı iyi, sizinkiler gibi?”
“Yemeden yapsalar daha iyi değil mi? Bak rahmetli Karaoğlan bir kefenle gitti.”
“Hade, hadee.. 70’ine geldin. Hala Karaoğlan, Karaoğlan.”
“Sen de hep tayyep, tayyep. Daha dün rahmetliyle yatıp kalkıyordun. Ne oldu?”
“Tayyep değil, Tayyyippp. Rahmetlinin adını da desturla an.”

Hiç konuşmadan dinleyen amca çayından bir yudum aldı. Öksürdü. Bastonuna dayanıp ayağa kalktı. Tartışan 2 amca birden, “nereye hoca efendi” diye seslendiler.

“Hadi bana eyvallah. Siz devam edin.”

Tam gidecekken geri döndü masanın üzerinde bıraktığı gözlüğünü ve gazetesini aldı. Masadakilere bakıp aynen şunları söyledi;

“Merak etmeyin, siz var olduğunuz sürece bu ülkeye hiçbir şey olmaz. Susuzluk da olmaz. Kuraklık da. Denizden basarlar suyu. Kaynatır kaynatır kullanırsınız, verdikleri bedava kömürle. Tuzunu ayrı kullanırsınız, suyunu ayrı. Üstüne bir de dua edersiniz. Ayakta kalırız.”

Ben aceleyle diyalogları telefonuma not ederken, bastonuna dayana dayana hafif aksak ilerleyen amcanın arkasından konuşuyordu birbirine muhalif diğer 2 amca;

“Bunadı bu. İyice bunadı…”
“He valla…”

Dayanamayıp sordum;

“Giden amcaya, hoca dediniz. Camide mi görevli?”
“Yok evladım, komonist o, komonist… Emekli. Felsefe hocasıydı lisede. Bunadı iyice.”

***

Babayla, oğul deşifresi…

Not; Bu tape tamamen gerçek dışıdır. Yalandır, kurgudur, montajdır. Yapanlar münafıktır.

“Alo baba…”
“Efendim oğlum…”
“Baba...”
“Ne var oğlum, çalışıyorum, söyle.”
“Baba, hoca yeni bir proje verdi.”
“E, yap işte sen de. Çalış, başar. Ne güzel.”
“Ama benim harçlık bitti. Projeye para kalmadı. Durumun nasıl?”
“Oğlum daha yeni gönderdim ya sana para.”
“Ya baba, daha yeni dediğin ay başıydı. Bugün ayın 28’i.”
“E oğlum sen de sık biraz. Ne yapayım. Biliyorsun durumumu. Asgari ücretle…”
“Babacığım, buralar bizim oralar gibi değil. Az bir şey kaldı, onunla da otobüs kartımı dolduracağım.”
“Ne kadar kaldı oğlum?”
“Az baba…”
“Oğlum ne kadar kaldı? Söyle bak ustabaşı kızacak görürse telefonla konuştuğumu.”
“Baba 40 kaldı.”
“Kırk derken…”
“Ya baba duymuyor musun? 40 lira kaldı, o da yol parası.”
“Oğlum bağırarak konuşma, duyacaklar rezil olacağız. Kim var çevrende?”
“Kantindeyim baba. Arkadaşlar var. Hepsinin durumu benden farksız. Ne olacak ki?”
“Sen yine de dikkat et. Duymasınlar. Aç gez ama dik gez. Bilmesinler.”
“Baba”
“Efendim oğlum?”
“Ne yapayım? Ablamı arayayım mı? Onda var mıdır?”
“Yok oğlum arama ablanı. O da senden beter. Az önce aradı beni. Elektrik faturasını ödeyememişler, eniştenle.”
“Ne yapayım baba?”
“Kaç lira lazım oğlum, söyle.”
“200 lira baba.”
“200…”
“Evet baba. 200…”
“Dur tamam. Açık açık söyleme. ‘200 liraya muhtaç durumda kalmış’ demesinler.”
“Baba, sen amcama git, iste. Vardır onda. Olmadı halamı zorla. Bulamazsan mütayit Ekrem abiyle konuş. Acil lazım.”
“ Tamam oğlum, isim verme telefonda. Duyacak buradakiler. Rezil oluruz valla. Bulacağım bir çaresini. Sen yeter ki oku.”
“Tamam babam. Çok uzatma. Acil.”
“Tamam oğlum… Merak etme. Bakarım bir çaresine. Bankadan yollarım.”
“Bankadan yollama baba. 24 lira komisyon alıyorlar, yoluyorlar bizi. Komisyonu da ekle elden ver otobüsçü Necati abiye. Ondan alırım ben…”
“Tamam oğlum. Telefonda rakam verme. Duyar birileri rezil oluruz sonra.”
“Tamam baba. Bekliyorum…”

***

Kadir abi, haberin var mı?

25 Şubat 2014. Saat 20:50
Yer; Tünel, Metro.
Yönümüz Hacıosman. Tren geldi, bindik.

Telefona yüklediğim e-kitaba dalmışım. Kulaklıkları da taktım. Gümbür gümbür Metallica. Dalmışım. Kafayı kaldırdım tabelaya baktım.

“Hacıosman…”

Ne oluyor yahu diyerek yerimden fırladım. Ama bir anormallik var. Şöyle ki;

. Vagon kapılarının üstündeki ışıklı istasyon adlarının yazdığı tabelada sadece Hacısoman istasyonuna geldiğimizi gösteren ışık yanıp sönüyor.

. Bir gösterge daha var. Vagonları birbirine bağlayan körüklü geçişlerin tam üstünde. Dijital akan yazılı tabela. Orada da şu yazıyor;

“Next station Haciosman…”

Yani gelecek istasyon Hacıosman.

. Toparlanıp kapıya yönelirken, vatmanın sesi duyuluyor.

“Gelecek istasyon İTÜ Ayazağa.”

. Heh, tamam derken bir bayan sesi karışıyor anonsa;

“Gelecek istasyon Hacıosman”

Ne oluyor abi yaa?

İstasyona giriyor vagonlar. Duvarda, “İTÜ Ayazağa” yazısı. Bu arada yerimi de kaptırıyorum. Kaldık mı ayakta.

Vallahi de billahi de yok böyle şey. Allah’tan turist ya da kent dışından gelmiş, İstanbul’a yabancı birisi değilim. Yoksa insem trenden kalacağım, Ayazağa’nın ayazında…

Ah be Kadir abi…

***

Bir not;

CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Sarıgül, “Atık suları yani kanalizasyonu arıtmadan Marmara’ya basıyorlar” demiş. Ben de soruyorum;

Basıyor musunuz gerçekten?

Şubat. 27, 2014

Karşı Gazete

NETWORK

Bumerang - Yazarkafe

Flickr