Şenol Çarık; Aydınlık Gazetesi, Yalçıın Çakır röportajı
RÖPORTAJ

Yalçın Çakır’la Bu Daha Başlangıç kitabı üzerine söyleşi

Ağustos. 23, 2013  | Aydınlık Gazetesi | Şenol Çarık

Aydınlık Gazetesi, Yalçın Çakır röportajı

Yalçın Çakır ya da reality programlarından bildiğimiz adıyla ‘Yalçın Abi’ ilk gününden itibaren izlediği “Gezi Direnişi”ni kitaplaştırdı. “Bu Daha Başlangıç”, Çakır’ın kendi çektiği fotoğraflarla, eylemcilerle yaptığı söyleşilerin de içerisinde yer aldığı, gün gün notlarından oluşan bir saha çalışması. 26 Temmuz günü raflarda yerini alan kitabı üzerine söyleşi için Yalçın Abi’yle randevulaştık. 27 Temmuz günü saat 19.30’da Kadıköy’de Beşiktaş İskelesi önünde buluştuk. Arkadaşım Deniz Toprak’la beraber hep birlikte Koşuyolu Parkı’nın yolunu tuttuk. Ankara’dan, Gezi Parkı direnişinde polis kurşunuyla hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ün anmasından geliyordu Yalçın Abi. Ayağının tozuyla gelmişti, şimdi de ‘Yeryüzü Sofrası’ için Koşuyolu Parkı’na gidiyorduk. Başladık yolda sohbete. “Birkaç gün önce de Şanlıurfa Ceylanpınar’daydım. Ben muhabirim, hala bu ruhumu kaybetmedim” diyordu ve gülerek ekledi: “İçimize gazetecilik kaçmış, ne yapalım!”

Bu kısa ama keyifli yol sohbetinde bir ara “Ah şimdi Mısır’da olmak vardı” diye iç geçirdi. Koşuyolu Parkı’na vardığımızda iftar için sofralar kurulmaya başlanmıştı.
İşte, Yalçın Çakır ile ilk kitabı üzerine yaptığımız söyleşi. Keyifle okuyacağınız umuyoruz.

-Reality programlarınız, uzun yıllar gazeteciliğiniz, kamuoyu sizi yakından tanıyor ancak yine de kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Gazeteciyim. 36 yıldır bu işi yapıyorum. 15 yaşında Hürriyet’te serbest muhabir olarak başladım. Ardından Milliyet, uzun yıllar da Cumhuriyet’te çalıştım. Bir ara İlhan Abi’lerle birlikte ayrıldık gazeteden, sonra geri döndük. Bir dönem Bülent Ecevit’in teklifiyle milletvekilliği adaylığı çıktı, ancak rahmetli İlhan Selçuk izin vermeyince bu olay kaldı. Ardından Flash TV kuruldu. Kurulduğundan bu yana da oradayım. Üç defa ayrılmak zorunda kaldım kanaldan.

Mesleğim boyunca defalarca yargılandım. 16 sene, 24 sene hapis cezaları aldım.

-15 yaşında Hürriyet’te başladığınızı söylediniz. Nasıl başladınız Hürriyet’e?Hürriyet’te bir ilan görmüştüm o zaman. İlk bölge ekini çıkaracaklardı. Onun için gitmiştim, avucuma bir tomar siyah beyaz film verdiler. Şimdi Doğan Haber Ajansı’nın Genel Müdürü olan Uğur Cebeci vardı. Öyle başladım işte.

–Bir dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Nurettin Sözen’e de danışmanlık yaptınız, değil mi?
Evet, rahmetli Erdal İnönü’nün isteği üzerine kısa bir dönem, 1 yıl kadar Nurettin Sözen’in danışmanlığını yaptım. Anlaşamadık, Sözen beni çıkardı.

“AYKIRI UÇLARDA OLDUM”

-Davalardan yargılandım dediniz. Hangi davalar bunlar?
Bir tanesi cezaevlerinde yapılan ve adına “Hayata Dönüş” denilen operasyon sebebiyle. Bir diğeri TSK’nın manevi şahsiyetini tahkirden yargılandım. Batı Çalışma Grubu’yla ilgili yaptığım olumsuz yayınlardan da yargılandım. O dönem türbanla ilgili yapılan uygulamalara karşı çıkmıştım.Yine Metin Göktepe öldürüldüğünde ailesini canlı yayında programa aldım. Devletin bulamadığı polisleri bulup o canlı yayına bağlamıştım.

Benim yayınlarım böyle oldu hep. Sınırları zorladım, aykırı uçlarda oldum. Gazetecilik yaşamım hep böyle geçti. Geçen 1 Mayıs’ta da böyleydim. Gezi’de de böyle. Ben ilk 1 Mayıs’la 1977’de tanıştım. Babam da o zaman yürüyüş kolunun içerisindeydi, DİSK’in içerisindeydi. Ben İGD’lilerle yürüyordum.

-Babanız ne iş yapıyordu?
Babam dolmuşçuluk yaptı. Sonra Gazeteciler Sitesi vardı Etiler’de, o sitenin yöneticisiydi. Ben bu sayede gazeteci abilerle tanıştım. 1977’de Kazancı Yokuşu’nun başına o kamyonu getirdiklerinde kaçanlardandım. O zaman bile bir fotoğraf makinem vardı. Fotoğraf çekiyordum daha o yıllarda; 16 yaşındaydım.

-Fotoğrafçılık sonra da devam etti değil mi?
Evet, Mimar Sinan Üniversitesi’nde de fotoğrafçılık okudum. Hep devam etti fotoğraf ve gazetecilik. Ama bir türlü muhabirlikten kopamadım. Ne yaparsam yapayım muhabirlikten kopamadım.

-Peki, bu reality programlara başlamanız nasıl oldu? Ve “Yalçın Abi fenomeni” nasıl doğdu?
Rahmetli Aykut Oray Ağabey vardı, Bizimkiler dizisinde “Katil” tiplemesini oynardı. İlk reality programı o sunuyordu. Ben de programın yapımcısıydım. Sonra Aykut Ağabey, “Ben İzmir’de CHP’den politika yapacağım” diyerek bıraktı programı. Flash TV’nin sahibi de “sen açtın başımıza açtın bu reality işini, sen sunacaksın” dedi. Ve böyle başladı. 10 seneden fazla reality programı sundum. Yılların ödüllü habercisi oldu “Realityci Yalçın Abi”.  Gazeteciliğim unutuldu.

-Bu programlar oldukça hareketli geçiyordu sanırım.
Neler gelmedi ki başıma. Reality sayesinde ünlendim, fenomen oldum ama programda öyle şeylerle karşılaştım ki, ruh yapımı derinden sarstı, tüm inançlarımı değiştirdi.

-Reality program yapmak zor olmuyor mu? Canlı yayında yaşanan kazalar, konuşmalar, konuklar…
Maalesef bu programda görünenler, anlatılanlar, bunlar bizim gerçeğimiz. Yalan raporlarla, eğitimi 12 yıla çıkarttık deyip okur-yazar sayısını yüksek göstermeye çalışmakla olmuyor bu işler. Türkiye’nin gerçeği neyse onu gösteriyoruz ekranda.

-Yeniden ‘reality’ programlara dönecek misiniz?
Reality programları mecbur kalırsam yaparım ama açık söyleyeyim dönmeyi de istemiyorum.

-Küçük yaşta çalışmaya başlamışsınız.
Evet, 12 yaşımdan beri çalışıyorum, babam da izin verdi bana çalışamam için. Hayatı tanıyayım diye. 14 yaşında Tarabya’da, o zaman ‘taverna’ denilen, piyanist şantörlerin çıktığı müzikhollerde şipşakçılık, yani fotoğrafçılık yaptım. Sonra Seraceddin Zıddıoğlu, ismi belki çok fazla bilinmez ama medyanın efsanelerindendir. Beni Milliyet gazetesine o getirdi. Getirdiğinde Savaş Ay, Namık Koçak, Coşkun Aral, bunlar usta muhabirlerdi. Orada başladım ve daha da kopamadım.

-İlle de gazetecilik yani…
Evet, aynen. Her seferinde sokak beni çekti kendisine, olaylar beni çekti. Her 1 Mayıs’ta ben yine sokaktaydım ama ‘reality’ciydim, haberci kısmımı öne çıkartamıyordum. Sonra ‘reality’den ayrılıp habere geçince sahaya çıkmam lazım diye düşündüm. Üzerimdeki pası atmam gerekiyordu ve önce 2013 1 Mayıs’ını izledim. Bol bol gaz yedim, o zaman gaz maskem de yoktu. Bir hayli hırpalandım.

-Maskeyi ne zaman aldınız?
Gezi olaylarının 3. gününde aldım. Mecbur kaldım çünkü.

-Maskeniz yokken ne yaptınız?
28 Mayıs günü çok fena ezdiler bizi. O gece İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarında neredeyse ölüyorduk biz. Baktım olacak gibi değil, gittim bir maske aldım.

-‘Ben gerçeğin peşindeyim’ diyorsunuz ve şu anda sabahları sunduğunuz programın adı da “Gerçek Gündem”. Sizce nedir gerçeklik?
Ben olaylara gazeteci gözüyle bakıyorum. Gerçek demek, düzlem ayna yani olanı olduğu gibi yansıtmak. Haberciyim ben, çarpıtmadan, yanıltmadan, içine yorum katmadan yansıtmaya çalışıyorum. Bu yüzden ‘gerçeğin peşindeyim’ diyorum. Programımın adı bu yüzden ‘Gerçek Gündem’, daha önceki de ‘Gerçeğin Peşinde’ydi. Kitabımda da  ‘Gezi gerçeği’ nedir, bunu anlatmaya çalışıyorum.

-Magazine fazla girmek istemiyorum ama Ekşi Sözlük’te sizin için; “hep yaşından bahsediyor” yorumları yapılmış. Yaş takıntınız var mı?
(Gülerek) Yok canım, yaşımdan çok memnunum, iyiyim de. Yok yani öyle bir şey. Aksine her yaş güzeldir kendine göre. Hele ki biriktirerek geldiyseniz çok da keyiflidir.

-Bir de boks hayatınız var değil mi?
12 Eylül öncesinde biraz fazla gözaltına alındığım için, annem ‘çözüm’ diye spora yazdırdı beni. (gülerek) BJK’de boks yaptım, 54 kiloda derecelerim var. Yurdakul Güler, efsane hoca, onun öğrencisiydim. Fakat bir gün ağzım burnum dağılınca ‘tamam’ dediler. Ondan sonra gazetecilik hayatım başladı.

-2004’te bir kalp krizi geçirmişsiniz…
Kriz değil de kalp spazmı. Bir gün iş yerinde oldu. Yoğun çalışıyorum, ondan oldu.

-Yorulduğunuzda, ‘yeter artık’ dediğiniz olmuyor mu hiç?
Gazetecilik anlamında hiç olmadı. Çünkü, bir günü bir kere yaşıyorsunuz, geri dönüşü yok. O günü ne kadar dolu dolu yaşarsam da benim için o kadar iyi. O anlamda yoruldum dediğim oldu ama ‘yeter artık’ dediğim, olmadı.

-Bir ara saldırıya uğramıştınız. Kim, neden saldırdı size?
Programlar nedeniyle. Defalarca hem de. Kadın satıcıları, uyuşturucu satıcıları…

-Hiç korkmadınız mı. Çevrenizden “bırak bu işi, başın belaya girecek” diyenler oldu mu?
Yo, hiç korkmadım. Korkunu ecele faydası yok.

“TARİHE TANIKLIK İÇİN GEZİ’YE GİTTİM”

-Gezi sürecine ve kitabınıza değinecek olursak. Siz olayların başladığı ilk günden beri parktaydınız değil mi?
27 Mayıs’ta ‘terzi yamağı’ Barbaros Şansal’ın sosyal medyadaki açıklamalarını gördüm ve 28 Mayıs sabahı parka gittim ve 9 Temmuz’a kadar da yayın haricinde hep oradaydım. Orada yatıp kalktım. Kah polisle uyudum, kah eylemcilerle beraber kaçtım. Gaz yedim, taş yedim. Bir gazeteci olarak gittim oraya. Türkiye tarihinde çok önemli bir olaydı bu ve 90 kuşağının da ilk direnişini görmek istedim. Tanıklık etmek için gittim.

-Bu direnişte sizin gözünüze çarpan şeyler neler?
90 kuşağının onca gaza, baskıya rağmen direnişi oldukça önemli. Farklı siyasi yapıların, görüşlerin aynı noktada buluşması, evlerinde oturan ve sadece kendi geleceğini düşünen kitlenin sokağa çıkması dikkat çekiciydi.

“19 YAŞIMDAN BERİ GÜNLÜK TUTARIM”

-Direnişi kitap yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Polisin geziye ilk şafak baskınını yaptığı gün oradaydım ve o gün bu kitabı yapacağım dedim. Her baskında eylemci sayısının arttığını görünce bu direnişin süreceğini anladım. 19 yaşımdan beri düzenli günlük tutan bir insanım. Siyasi olaylar, ülkede olan biten, o gün ne olduysa yazdım hep.

-Bu ilk kitabınız mı?
12 Eylül’deki “Kitaba Siyasi Baskı” üzerine bir dizim çıkmıştı Cumhuriyet’te. Onu kitap haline getirecektim ama gerçekleşmedi, basılamadı. Bu diziden bir de ödül aldım. “Bu Daha Başlangıç” ilk kitabım oldu benim.

-Kitabın “Sözün Özü Direnişin Gözü Yalçın Abi” sloganına gelirsek, sizin mi bu slogan?
Slogan, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Yayın Yönetmeni İlknur Özdemir’e ait. Benim de çok hoşum gitti. Ben ilk başta “Anneme söyleme, Gezi’deyim” ve “90’lıların Direnişi” sloganlarını düşünmüştü. Ama böylesi daha iyi oldu (gülerek).

“BU KİTABI CEPHEDEN YAZDIM”

-Direnişte başka neler çarptı gözünüze?
Eylemcilerle konuştum. Fotoğraflar çektim. Olan biteni içeriden yazdım.
Gezi olayları sırasında bir gece yarısı çevik kuvvet polisleriyle hatıra fotoğrafı bile çektirdik. Hatta bu yüzden birkaç polis müdüründen de küfür işittim; “Ne konuşuyorsun, polisin aklını mı çeliyorsun” diye. Sonra yanıma gelip özür dileyenler oldu:  “Vayy Yalçın Abi buradaymış” dediler. Kitabın ilgi göreceğini düşünüyorum. Gezi’yle ilgili birçok kitap yayınlandı ama “Bu daha başlangıç” bire bir gözlemlerden ve cepheden, yani sahadan yazılmış bir kitap. Gazetelerin hiç yazmadığı, televizyonların hiç göstermediği şeylerden oluşan bir kitap.

“YERYÜZÜ SOFRASI’NA KOŞA KOŞA GELDİM”

Sizinle bu söyleşiyi Koşuyolu Parkı’ndaki ‘Yeryüzü Sofrası’nda yapıyoruz. Bu sofralarda bulunma sebebiniz nedir?

Kandil gecesi televizyonda yayın yapıyorduk, görüntüleri tarıyorum. Şöyle bir manzara var: Dövmeli, makyajlı, saçlarını değişik renklere boyamış bir grup, biraz daha geride LGBT’nin bayrağını taşıyan bir grup, biraz yan tarafta anarşist diyebileceğimiz bir grup onun yanında türbanlı kızlar ve sakallı erkekler… Böyle bir ortamda Anti-kapitalist Müslümanlar grubunun başındaki beyefendi bir konuşma yaptı. Türbanlı kız Kuran-ı Kerim okuyordu ve komünist bir kız da ona mikrofon tutuyordu. Ben böyle bir fotoğrafla tanıştım Anti-kapitalist Müslümanlarla. Biraz geç katıldılar Gezi Parkı’na, çadırlarını geç kurdular ama sağlam kurdular. Çadırlarının önünde bir teneke vardı ve üzerinde “Müslümanlığından Utan” yazıyordu. O teneke parkın yıkıldığı gece pek çok insana kalkan oldu. Bu sofraya davet edilince de koşa koşa geldim.

-Direnişi öne çıkan en önemli sloganlarından biri olan ve sizin de kitabınıza ismini verdiğiniz “Bu Daha Başlangıç” sloganına dönersek, sizce bu neyin başlangıcı ve bundan sonraki süreç nasıl olur?

Bu şunu gösterdi, eskisi kadar ‘biz ne versek yerler’ diyemeyecek, bu ülkeyi yönetenler. İnsanlar direnmeye başladılar, direnmenin de yansımasını gördüler. Yani hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık.

Söyleşi: Şenol Çarık
Fotoğraflar: Deniz Toprak

Yazıya bağlantı; Aydınlık Gazetesi Kitap Eki