Eren Erdem; Karşı Gazete Genel Yayın Yönetmeni
RÖPORTAJ

Radikal'in Eren Erdem röportajı

Şubat. 3, 2014  | Radikal | Eren Erdem

Eren Erdem röportajı

“Ona göre daimi gündemimiz olan 17 Aralık operasyonunun arkasında, AKP-Cemaat kavgasının ortasında olan isimler çok başka. Karşı Gazete'nin Genel Yayın Yönetmeni Eren Erdem'le gündeme, yeni gazetesine ve kendine dair bir söyleşi gerçekleştirdim.

Deyim yerindeyse tepemize binmiş, oradaki yerinin sallanmaması için her türlü baskı ve olumsuz politikayı uygulayan hükümetten önce kendi içinizdeki hükümeti sormak istiyorum. Eren Erdem'i yöneten nedir?
Öncelikle yönetim kavramına karşıyım. Yönetme kavramı insanlık tarihinin bir evresinde ortaya çıkmış özel mülkiyetçi bir kavram. Ben yönetmekten ziyade, varlıksal normların sürdürülebilirliğini tartışıyorum. Yönetme, yönetilme, devlet mülkiyet bunların ontolojisi tartışılmalı fakat biz ontolojik tartışmalar yapamıyoruz. Siyaset iki kutuplu bir tartışma esasına dayanır.

Basit bir örnekle fabrikalar, tarlalar şahıslara mı ait olacak yoksa halka mı? Türkiye'de siyasetin zemini bunun çok dışındadır. Bu iki görüş arasında bir iktidar muhalefet kavgası döner. Eğer fabrikalar şahıslara ait olabiliyorsa buradan muhalif bir görüş çıkmaz. En fazla x'in değil y'nin olsun şeklinde bir sonuç alınır.
Bu sebeple ben yönetme ve otorite kurma durumunu kabul etmiyorum.

BİZ 10 ŞUBAT'TA İÇERİ GİRMEYİ GÖZE ALDIK
Karşı Gazete fikrinin ilk gününden geldiğiniz bu güne tüm hikayesinden bahseder misiniz? Hakkında üretilen Cemaat yayını yakıştırmalarına gazete nasıl yanıt verecek?
Karşı Gazete için birçok yafta ürettiler. Çoğu iktidar mecrasından talimatla yapılan yaftalardı. Karşı Gazete en temelde bir fikir olarak yıllardır konuşulan bir projeydi. Ete kemiğe bürünme aşaması da yakın çevremin bildiği benim en nihayi projemdi.


Gezi Parkı sonrasında toplumun farklı kesimlerinden ciddi bir tepki yükselmeye başladı. Özellikle bu medyaya karşı birtepkiydi. Küçük ölçekli esnaflar, iş adamı diyemiyoruz. Çünkü iş adamı demek holdinglerle anılmak manasına geliyor. Küçük ölçekli esnaflar alternatif bir mecranın ortaya çıkması için ciddi bir talep ortaya koymaya başladılar. Bu alanda biz de kendi yakın çevremizdeki esnaf ve iş adamlarıyla görüşerek tertipledik. Halkın bağımsız, özgür ve filtresiz ifade edilebileceği, AK Parti Cemaat kavgasında nerede dursam kaygısı olmayan bir yapı oluşturmak amacı...

Bize Cemaat medyası diyenler 9 Şubat'ta, Karşı Gazetesi'nin ilk sayfasını açıp okusunlar. İktidar medyası diyorlar, Caferi medyası diyorlar, muhalefet partisinin medyası diyorlar. Açıp baksınlar haksızlık ve adaletsizlik karşısında nerede duruyoruz. Hiçbir kuruma, şahsa ya da sermaye grubuna sırtımızı dayamayız. Biz bu halkın yerel müteşebbislerin medyaya duyduğu öfkenin sonucu olarak ete kemiğe büründük. Zaten fikir ayağımız hazırdı.

Karşı Gazete'nin asıl karşı durduğu şey aslında yandaş medya mı diyorsunuz? Aslında medyaya karşı medya mı demek istiyorsunuz?
Ali Şeriati'nin "Dine Karşı Din" diye bir kitabı vardır. Yozlaşmış dine karşı gerçek dini anlatır. Karşı Gazetesi de medyaya karşı medyadır. Ama nasıl bir medyaya karşıdır? Sansür ve filtreleri olan, hesap yapmak zorunda olan medyaya karşıdır. Bunun böyle olmasının sebebi de sermaye ilişkileri diyeceksiniz. Biz zaten şunu açıkça söylüyoruz; Karşı Gazetesi'ne halk destek vermezse yaşayamayacak.

Türkiye'deki siyasi konjonktür böyledir. Halk destek vermezse belli bir süre yaşayabilecektir.

Bizim için şu an her şey çok yolunda gidiyor. Olumlu bir koalisyon ortaya çıktı. Yapılamaz denilenler yapıldı. Bugün kadroyu gören insanlar şaşırıyorlar. Bunun birçok farklı zemini organize edildi. Ve 9 Şubat'ta çıkacak. Aslında gazeteciliğin nasıl bir şey olduğunu da gösterecek.


Sizin sevdiğiniz bir söz öbeği, anlıyorum ki "Ezber Bozmak" Karşı Gazete için de hakim olan iddia?
Kesinlikle evet... Bakın iddia şu; 9 Şubat'ta bu gazete çıkacak. Çıktığı günden itibaren Türkiye'deki medya gazeteciliğin ne olduğunu görecek.

Bir kavga düşünün Türkiye'nin içinde bulunduğu Ak Parti Cemaat kavgası, bir basın mecrası olarak A PArti'ye ya da Cemaat'e yaslanmak zorundasınız. Bunun dışında kalırsanız egale olursunuz. Baskılar gelir.

Biz Karşı Gazetesini kurarken bavullarımızı binaya getirdik. Her baskıyı sonuna kadar göze alarak, 10 Şubat'ta cezaevine girmeyi göze alarak hiçbir yere yaslanmadan gazetecilik yapacağız.

BURADA PİS KÜRTLER DİYEN KİMSE YOK!
Aydınlık'tan geçişi nasıl okumak gerekiyor? Burada da Aydınlık Gazetesi reflekslerine rastlayacak mıyız? Bir Kürt'ün sesini nasıl duyacağız gazetede?
Kamuoyuna duyurduğumuz yazarlar yazar kadrosunun tamamı değildir. Daha duyurmaya devam edeceğiz. Gazetede 35 civarında yazar bulunuyor. Tahmin ediyorum ki 10 kişi duyurduk. Diğer 25 yazar içerisinde bu gazetede Kürt'ün, Ermeni'nin, LGBT bireyinin sesi de olacak. Fakat bu seslerden birini hakim bir kanaate dönüştürmeyeceğiz. Habercilik anlayışı objektif, köşe yazıları yorumlarla dolu bir gazete yaptık.

Biz "pis Kürtler" ya da "pis Türkler" diyen insanlara özellikle bu anlamda yönelmedik. Nefret söylemi, ötekileştirme esaslı asla olmadık.

Peki sosyal medyanın, internetin hayatımızın bu kadar içinde oluşu gazete için de bir yol haritası çizecek mi? Gazete internet haberciliği de yapacak mı?
Evet, internet sitemiz var. Mart ayında yayına başlayacak. Bu çalışmalarda da kolektif emek esas alınacak. Şunu ifade etmek isterim; sosyal medyayla iç içe bir internet alt yapısı oluşturuyoruz. Gazetenin içeriği de yenil nesil olacak.

Pekala sermaye kimden?
Sermaye iki tekstilciden... Bu iki insan için Cemaatçi diyenler oldu. Fakat bu insanlar tekstilci insanlar. Birisinin ismi Turan Ababey... Bu arkadaşımız toplumsal muhalefetin hep içerisinde olan bir arkadaştır. Gezi'de gaz yemiş bir arkadaşımızdır.

Bizim öfkemiz sürekli olarak medyayaydı. Turan arkadaşımızın da bize sunduğu bir teklifti. Bizim kafamızda olan projeye o da sermayesiyle yardım etti. Ve ortaya Karşı Gazetesi çıktı. Fakat bu arkadaşımız birilerinin deyimiyle bir cemaatin insanı değildir. Aksine hep toplumsal duyarılığın içinde olmuştur. Deyim yerindeyse mücadele alanlarında hep meydanlarda bulunmuş, sendikal mücadelelere destek vermiş bir arkadaşımızdır.
Halktan biridir. Şirketokrasinin değil halkın insanıdır. Bu sebeple imtiyaz sahibinden tutun da diğer tüm alt kadrolarıyla bambaşka bir profil göreceksiniz. Biz şirketokrasiye karşıyız. Biz bunu imtiyazla beraber yani işin finansal alt yapısını oluşturan arkadaşlarımızla beraber karşıyız. Biz bir holdnge dayanmadığımız için sınırsız bir finans durumumuz yok. Halkın desteğiyle ayakta kalacağız.

BİZİM GAZETEMİZİN BİR SAVAŞ AY'I VAR!
Yalçın Çakır'ın gazetede yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Yalçın Çakır toplumda reality showlarıyla bilinir. Aslında Yalçın Çakır çok eski bir gazetecidir. Mutfağında çok önemli isimler yetişmiştir. Yalçın Çakır bana göre en önemli gazetecilerden biridir. Biz de bu yönünü iyi biliyoruz. Yaptığı reality programlar, evvelden yapmış olduğu bir haberden dolayı medyadan tasifye edilmesinin sonucunda medyada dönüş şekli olarak karşımıza çıktı. Bundan başka bir yol bulamadığı içindir. Gezi'de en fazla fotoğraf çeken ve uluslararası basına servis eden birinci gazeteci Yalçın Çakır'dır. Dosya haberleriyle gazetede yer alacak.

Savaş Ay'ın tarihsel bir misyonu vardı. Bizim gazetemizin de Savaş Ay'ı Yalçın Çakır olacak.

İSLAMİYET vs. İLKEL ANARŞİZM
İslami muhalif tarafınıza dönecek olursak anarşizme yakın bir duruş görüyoruz diyebilir miyiz?

İslam düşüncesinin bugünün dünyasında anarşizme çok yakın olduğunu düşünüyorum. İslamcı bir kökten gelirim. İslamcıyım. Kendimi böyle tanımlıyorum. Fakat bu benim muhafazakar olduğum anlamına gelmiyor. İslam düşüncesine göre kelime-i tevhit yani "la ilahe illallah" lafsı Allah dışında otorite tanımamak demektir. Allah'a tabii olmak demek aslında doğa kanunlarına tabii olmaktır.

Bu söyleminizle belki de ilkel anarşizmi İslamiyetle bağdaştırabilmek mümkün...
Evet, tabii ki ilkel anarşizme çok yakındır. İlkel komünal toplum esasları bana göre ümmet esaslarıdır. Kuran'daki ümmet kavramı, bugün çok bilinen bir kavramdır. Ümmet demek komünal toplum demektir. Tabii ki bunlar birbiriyle yüzde yüz örtüşemez. Marksizm bir siyaset tarzı örneğin, yakın duruşludurlar. Elbette ki tamamen örtüşmezler.

Medya taramaları yaptığım zaman sizin için "vatan haininden Ergenekoncuya, Kürtçü'den Atatürkçü'ye, ajandan İslamcıya" çok geniş yelpazede bir kimlik yakıştırması var. Bu kimlik yakıştırmaları göz önünde bulunan, yazan çizen çok insana yapılıyor. Sizinki için bir detay var; neden bu kadar uçlarda tanımlamalar yapılıyor? Bunu kendinizde neye bağlıyorsunuz?
Bu çok güzel bir şey aslında...

Az önce kendinizi tanımlarken İslamcıyım dediniz. Fakat aynı zamanda sınırlarım da yok diyorsunuz....
İslamcıyım, fakat hangi İslam?.. İslam'ın sınırları yoktur. Gündelik hayatta karşılaştığım bir şeyi söylediniz. Benim için Ergenekoncu, Milliyetçi, Şii, Sünni, gizli ateist, Caferi ve en son Cemaatçi filan gibi birsürü iddia döndü ve dönüyor. Bu aslında söylediğim sözün bugünkü siyasi çerçeveye girmiyor olmasındandır. Bu sebeple insanlar kendi mıntıkalarında beni değerlendirmeye çalıştıkları için o mıntıkalarda gezinen bir tanımlama yarışına giriyorlar. Ben bir sözümde; "memleket topraklarına duyduğum muhabbeti ifade ederken dilleriniz Allah'ın ayetleridir. Bir dili inkar etmek ayet inkar etmek" diyorum. Bugün Kürtlere yönelik asimilasyonu gündemime alıyorum. Aslında hayatı geniş bir perspektifte görüyorum. Bu tanımlama yarışı böylesi komik ve enteresan sonuçlar ortaya çıkarabiliyor.

Yani belli bir zümreye ait olmadığınızın ısrarla altını çiziyorsunuz?
Ben hayatımda hep şu şiarla hareket ettim; asla bir fraksiyon adamı olmadım, olmam da... Benim en fazla parçası olacağım şey bir koalisyondur.
Kürt medyasından ulusalcı mecralara geniş yelpazede konuşabiliyorsunuz. Bu dikkatleri üzerinize çekiyor. Belki de tüm bu yakıştırmalar öze döndüğümüzde insanlardaki "barış ve sınırsızlık" anlayışının yoksunluğundan...

Tabii ki... Gezi Parkı eylemleri bunu tartışmaya açtı. Fakat henüz topluma sirayet etmiş değil. Artık "Şu varsa ben yokum" diyen insanların dönemi kapanmıştır. Artık toplumun tüm bireyleri bir arada olacak ve bir arada huzurla yaşamanın yollarını arayacaklar.

HAYATIM NEZARETLERDE GEÇTİ
Gezi'yle ilgili bir açıklamanızda Rahman suresinin 6. ayetindeki "Ağaçlar Allah'a secde eder" şiarından harekete geçtiğinizi okudum. Gerçekten de ana sebep bu mudur? Gezi yerine herhangi bir ayetle ilişkilendirilmeyecek bir ayaklanma olsaydı katılmayacak mıydınız?

Allah'ın ayetleri Kuranı Kerim'le sınır değil. İnsanla çelişen her şey İslamla çelişir. Biz bunu esas alırız. Biz insanilik ya da İslamilik diye kategorize etmeyiz durumu... İslam da insan içindir. Bu açıklamam aslında ironiktir. Sürekli Kuran'ı referans eden bir muktedirin çerçevesinin aslında ne kadar dar ve yanlış olduğunu göstermek içindir.

Benim hayatım nezaretlerde ve mitinglerde geçti. 1 Mayıs'ların tamamında ben sokaktaydım. İlk Müslümanlar 1 Mayıs'a çıkıyor sloganlarının evveliyatında ben her sene 1 Mayıs'lara katılırdım. İşçi sendikalarının içinde, öğrenci hareketlerinin içinde olan, aktif bir şekilde polis-halk gerginliklerinde mücadelenin içindeydim. Bundan sonra da böyle olacağım. Sokak hareketlenirse sokağa ineceğim.

Özellikle yandaş medyanın "halkın sokağa çıkması" üzerinden yaptığı manipüleyi nasıl yorumluyorsunuz?
Sokağa çıkmak Türkiye'de yakıp yıkmak şeklinde lanse edildi. Düşünsenize Gezi Parkı'nda milyonlar sokağa çıktı. Ne oldu? Kaç tane polis hayatını kaybetti? 7 tane çocuk hayatını kaybetti. Buradan zaten durumun ne olduğunu görebiliyoruz. Bu insanlar barışçıl bir mücadeleyi esas aldılar. Ben bununla gurur duyuyorum. Ve hep şunu söylüyorum "Şanlı Gezi Parkı"

Ayrıca Gezi bir ruhtur. Oradan bir siyasi parti çıkmaz. Gezi'den bir örgüt çıkmaz. Gezi'den toplumsal barış çıkar. Bizim Kuran'da iman ettiğimiz cennetin dünyevi versiyonu da böyle bir şeydir. Bu anlamda orada birileri içki içmesi bizi ilgilendirmez.

Devrimci Müslümanlar ve Antikapitalist Müslümanlar diye bir ayrışma mı yaşandı? İki tarafın internet üzerindeki kimlik açıklamalarında benzer şekilde "antikapilatizm vurgusu ve İslami muhalefet duruşu" mevcutken niçin farklı adresler, oluşumlar var?
Ben ve İhsan eEliaçık birlikte bu tartışmaları ilk kez açtık. Kalbi olarak da fiziksel olarak da. Bizim Fatih'teki bir ofisimizde yaptığımız tartışmalardan çıkmış yapılanmalardır.

Bir yapı değil de neden yapılar?..
Bu tip çoğunlukların oluşması doğal ve güzel şeylerdir. Örneğin Emek Adalet Platformu da vardır. Hepsi o ofisteki muhabbetler ve tartışmalardan doğmuştur. Bu yapılanmalar en nihai yapılanmalar değildir. Tıpkı Gezi'nin nihai bir ete kemiğe bürünememe durumu mevcutsa bu fikirlerin de ete kemiğe bürünmesi mümkün değildir.

Bu yapılanmaların aralarında politik tartışmalar olur. Fakat biz bunların dışındayız. Bu tür yapıların çıkmasından onur duyuyor ve tamamının desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Destek veriyorum. Fakat ben bu işin mutfak kısmında bulunmuyorum. Hiçbir zaman bir sivil toplum kuruluşu kurmadım. Hiçbir zaman bir liderlik yapmadım.

AKP-CEMAAT KAVGASININ TEMELİNDE ESAD VAR
Gelelim uzatmalı gündemimiz, daimi ana maddemiz olan AK Parti-Cemaat kavgasına... Bu kavga daha ne kadar uzayacak? Ve sular durulduğunda bir tarafın zafer ilanı duyulacak mı? Duyulacaksa hangi tarafın "zafer ilanı" Türkiye'ye daha büyük zararlar verecek?

Sular Suriye durulduktan sonra durulacak. Türkiye'deki Ak Parti Cemaat kavgasının temelinde Suriye, bu işin arkasında da Beşar Esat vardır. Uluslararası emperyalizm bölgeyi dönüştürmeyi esas alan bir tavra girdi. Dikkat edin, Arap Baharı Suudi Arabistan'da olmadı. Monarşilerde olmadı. Bir nebze laik, daha seküler yerlerde oldu.

Hüsnü Mübarek'i işin dışarısında tutsak bile Suudi Arabistan ile mukayese ettiğimizde Mısır'daki Mübarek rejimi çok demoktatik bir rejimdi. Elbette biz tüm diktatörlüklere karşıyız. Fakat Arap Baharı'nın zamanlaması ve konumlanışı çok manidardı. Mesela Katar'da olmuyor, Bahreyn'de 900 bin insan bir yıldır sokaklarda tek bir haber yok. Her gün onlarca kişi ölüyor. Birleşik Arap Emirlikleri'nde çıt çıkmıyor. Cezayir'de ses soluk yok. Neden? Bu rejimlerle alakalı bir değişiklik değildi. Ortadoğu'da Arap Baharı domino etkisi gibi ilerleyerek Şam'a geldi.

Şam'da beklenen olmadı. Burada ciddi bir süreç ortaya çıktı; El Kaide, El Nusra, IŞID, ÖSO gibi bütün bu uluslararası terör örgütleri ne yaptılarsa Suriye'deki rejimi değiştiremediler. Amerika bölgedeki varlığının riske girdiğinin farkına vardı. Ya bu konuda ısrar edecekti ve kaybedecekti ya da Şam'la müzakere etmek suretiyle oradaki varlığını sürdürme yoluna gidecekti.

AMERİKAN ATINA BİNEREK OSMANLI KILICI SALLAMASAYDINIZ
Dolayısıyla Amerika'nın bir önceki siyaseti yani Şam'ı tasfiye siyasetinin Türkiye karşılığı Ahmet Davutoğlu'dur. Ak Parti'dir. mecvut siyaseti ise müzakere siyasetidir. Özellikle bölgede savaş dili kullanan AK Parti ile yol alma şansı kalmadığının farkına varmıştır.

Tıpkı kendi yarattığı Mursi'yi kendi eliyle yok edişi gibi Türkiye'de de kendi yarattığı figürü tasfiye yoluna girmiştir. Dolayısıyla bu tipik, basit, sıradan bir kavga değil uluslararası bir operasyondur.

Fakat bu operasyon Ak Parti'yi masumlaştırmaz. Netice itibariyle bir yolsuzluk vardır. Hırsızlık vardır. Bunları zaten biz biliyorduk. En alttaki de en üstteki de... Bizim jargonumuzla söyleyecek olursak bu tasfiye Ak Parti'yi devrimcileştirmez.

Son kullanma tarihi geçmiş olan bir gıda ürününün birinci tüketici tarafından çöpe atılmasına benzetebiliriz. Bu noktada şunu söylüyorum: Amerikan atına binerek Osmanlı kılıcı sallamasaydınız.

Niçin salladınız? Ne için girdiyseniz yanlış yaptınız. Sizi bizler kurtaramayız. Çünkü yarın siz yine başka bir menfaat için bu halkı satacak insanlarsınız. Türkiye de tıpkı Mısır gibi Amerika'nın bölgede ikame etmeye çalıştığı siyasal İslam çerçevesinin dışında bir rejimi kurması ön görülüyor. Bu rejim muhtemelen biraz daha sosyal demokrat biraz daha liberal biraz daha seküler bir rejim olacak. Çünkü bölgedeki yeni hizalanmayla uyum sağlamanın tek yolu budur. Çünkü artık Suriye'deki rejimi değiştiremeyeceklerini, oradaki İran etkisini kıramayacaklarını anladılar. Rusya ile papaz olamayacaklarını anladılar. Bunun üzerinden siyasetlerini topyekün değiştirme kararı aldılar. Amerika aslında B planını uyguluyor. Başbakan Erdoğan da bunun farkında, sürekli dış mihrak diyor. Ve doğru söylüyor.

Yanlış değil fakat dış mihrak eleştirisi onu haklı çıkarmıyor. Çünkü bugün eleştirdiği dış mihrakların kendisini bölgesel aktöre dönüştürme sürecinde de bundan hiç rahatsızlık duymuyordu.

Bu elbette ki şu gerçeği örtmez; Türkiye'de devlet çok boyutludur, farklı devletçiklere sahiptir. Bu devletçikler bir dönem farklı siyasetleri temsil ederdi. Şimdi farklı siyasetleri temsil ediyor. Ergenekon operasyonu adı altında devler içerisindeki belli bir kesim tasfiye edildi. Hatta o operasyonlarda hiçbir şeyle alakası olmayan insanlar da tasfiye edildi.

Peki KCK operasyonu adı altında yürütülen davaya nasıl bakıyorsunuz?
Dediğim gibi devletin tasfiyeleri Ergenekon operasyonu adı altında, KCK operasyonu adı altında, Şike Davası adı altında devam ediyor. Şike Davası ile spor dünyasındaki bazı direngen isimler özellikle de F Tipi Cemaat'e boyun eğmeyen isimler tasfiye edildiler.

Burada iki yüzlülük olarak tanımlamamız gereken şey şudur: Zekeriya Öz dün operasyon yaptığında sorgusuz sualsiz operasyona destek veren siyaset bugün sürgün ediyor. Bu çelişkiler üzerinden biz şunu sorguluyoruz; Türkiye'nin son on yılı hangi çelişkiler üzerinden halkın aleyhinde bir süreç olarak karşımıza çıktı? Bu kadar çok saçmalığın ortaya çıkmış olması hangi öz eleştiriyi verirseniz verin iktidarınızın meşruiyetini yitirmesini sağlar.

Dolayısıyla bugünkü iktidar meşruiyetini yitirmiştir. Bu ancak ve ancak Türkiye'de köklü bir değişiklikle çözülecek bir sorundur. Çünkü Türkiye'de iktidar değişikliği devletin ontolojisini değiştirmeyecektir.


Bu ancak bugün gerçekten iktidar dış mihraklardan rahatsızsa ahlaki olarak kendisini böyle konumlandırıyorsa -ki ben öyle düşünmüyorum- yapması gereken tek şey; bu ülkede 12 Elül'ün ana fikri olan seçim barajı uygulamasını kaldırmalıdır. Sıfırlamalı ve erken seçim kararı almalıdır. Devlet bütün farklı siyasetlete eşit oranda destek vermelidir. Herkesin kendini eşitcde temsil edebileceği yeni bir parlamento ortaya çıkması sağlanmalı ve oradan bir anayasa çıkmalıdır.

Türkiye'nin köklü değişimi devleti saydamlaştırmaktan geçer diyorsunuz?
Devletin sadece görünen bir olgudan ibaret olmasını sağlayacak köklü reformlara ihtiyacımız var. Saydamlaşmalı ve devlet minimize edilmelidir. Olabildiğince toplumsal yaşamdan çekilmelidir.

Bu iktidarın böyle bir tavır izlemesi samimiyet göstergesi olurdu. Fakat bundan ziyade "seni tasfiye edeceğim ve benim hegomonyam işleyecek" yolunu seçmesi ve 11 yıldır bu yoldan vazgeçmemesi samimiyetsiz olduğunu gösteriyor. Dış mihraklardan rahatsızlığını sadece oklar kendine yönelince kaynaklandığını bize gösteren bir veridir.
Bu sebeple bu kavga Amerika-Ak Parti kavgasıdır. Bu kavgada Ak Parti Anti-Amerikancı, Anti-Emperyalist bir yerde durmuyor. Deyim yerindeyse Amerika tarafından iş görmez bir konuma geçen Ak Parti için Başbakan'ın direndiğini görüyoruz.

Cenevre 2'deki uluslararası siyaseti nasıl yorumluyorsunuz?
Bana göre uluslararası siyaset çökmüştür. Bir tarafın kazandığını göstermiştir. O kadar yoğun propagandaya karşı rejimin çağırılması en temelde rejimin kazandığını göstermiştir. Dünyanın en büyük acziyet belgesi Cenevre'dir. Başından beri şunu söylüyorum; bana göre Suriye'de demokrasiye geçilmeli. Zaten rejim bunu istiyor. Sandık kuralım diyorlar. Sıkıntı da şu ki yapılan referandumlarda rejim yüzde 70 oy alıyor. Akıl izan mantık sınırları dışında bir şey söyleniyor.

Fakat düşünün; Suriye'de rejim halk tarafından desteklenmeseydi ayakta kalabilir miydi?

Libya'da Kaddafi, Mısır'da Mübarek ne kadar dayanabildi? Tunus'ta nasıl oldu bu iş?.. Ankara'dan ötesine hiç gitmemiş insanlar Ortadoğu uzmanı olarak başımıza kesildiler. Suriye'de Hizbullah milisleriyle Esat rejimi korunuyormuş. Palavra!

Uluslararası kamuoyunun tek bir belge ve açıklaması yoktur. Tek bir Hizbullah militanı Suriye'de çatışmamıştır. Tek bir belge yoktur. Bugüne kadar Amerika sürekli olarakSuriye raporları yayınladı. Bir tek raporda bir Hizbullah militanının Suriye'de ÖSO'ya karşı savaştığına dair bir veri yok. Sadece Kuseyr'da yani Lübnan sınırında, sınırdan içeri kaçan El Kaide militanlarına karşı sınırda yığınak yapmış bir Hizbullah birliği olduğu söylendi. Tek bilinen budur, dışındaki her şey palavradır.

Suriye'de İran'ın aktif olduğu söylendi yalandır. Sadece Hz. Zeynep Camii'nde 220 kişilik bi milis kuvvet vardır. Sebebi de Şii'lerin kutsal yeri olmasındandır. Orada El Kaide saldırılarına karşı camii korunuyor. Bunun dışında zaten Amerika da, İsrail de, uluslararası kamuoyu da, BM' de İran milislerinin orada olduğunu söyleyemiyor. Çünkü veri yok. PEki hsngi güç rejimin ayakta kalmasını sağlıyor? Çok basit; gönüllü askerler...

Halkın yüzde 70'inin desteklediği bir rejim var. Bu yüzde 70 çatışmadan önce destek vermiyordu. Fakat bu El Kaide sapıklığını gördükten sonra insanlar bu rejime sarıldılar. El Kaide kartının oynanması rejimi güçlendirdi. Uluslararası camia da bunun farkında...

ABD-AKP arasındaki çatışma zemininde El Kaide ihalesi AK Parti'nin üstüne kaldı. Zaten Ak Parti desteği yoğundu. İhale bütün uluslararası uzantıları görünmez kılarak tek başına Ak Parti'ye kaldı. Bu yanlıştır. Çünkü bu örgütün en büyük talimat aldığı nokta Amerika'dır. Bu anlamda zaten müşterekleşme vardır. Belki de Recep Tayyip Erdoğan'ın bu kadar dış mihrak kavramına takılmış olmasının sebebi yaşadığı hayal kırıklığıdır. Dün kol kola olduğu, sırtını okşayan güçlerin bugün bir anda kuyusunu kazdığını gördü.

EL KAİDE TÜRKİYE'Yİ MEZBAHAYA ÇEVİRECEK
Ama biz dün de ona demiştik ki; "yanlış yapıyorsun. Onlarla kol kola girmek suretiyle bölge lideri olacağın bir sanrıdır. Böyle bir hayale kapılma"
Suriye'de sandık kurulacak. Sandıktan muhalefet hezimetle çıkacak. Ve muhtemelen rejim reformlarla yenilenerek varlığını sürdürecek.

Peki bu noktada El Kaide için nasıl bir mantık yürütüyorsunuz?
Suriye'de kümelenmiş El Kaide unsurları Türkiye'ye giriş yapacak. Çünkü El Kaide'de temel gündem budur. Kendi deyimleriyle "cihadı" Türkiye sayesinde kaybettiklerini düşünüyorlar. Türkiye'nin tam anlamıyla destek vermediğini düşünüyorlar. Bu yönleriyle namlularını Türkiye'ye doğrultacaklar. Türkiye'de önümüzdeki yıl intihar eylemleri, meydanlarda canlı bomba patlamalarını yaşayacağız. Türkiye'yi mezbahaya çevirecekler. Bunun altını çiziyorum.

2014 yazı itibariyle El Kaide Türkiye'yi mezbahaya çevirecek. Bütün meydanlarda canlı bomba eylemleri yapacaklar. Çünkü Suriye'nin dışına çıkması gerekecek. Cenevre El Kaide'nin bölgeden tasfiyesini esas alıyor. Nereye gidecekler...

İsrailli askeri bir yetkili açıklama yaptı; El Kaide'nin Türkiye'de 10 tane kampları var. Bunlar Türkiye'ye giriş yapacaklar. Suriye'deki hezimeti Ankara'ya ihale edip namlularını Türkiye'ye doğrultacaklar. Reyhanlı'da yaptıkları gibi Türkiye'nin muhtelif yerlerinde bu tür eylemlere girişecekler.

Yazıya bağlantı; Radikal