Yarım Kalan Hayatlar

“Tercih değil zorunluluk” sloganıyla seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Sayıları 700 bin aileleriyle birlikte 2 milyon. Peki ama dertleri ne? Neden dolayı ısrarla tüm sosyal ağlarda aynı sloganı tekrarlıyorlar?

“Tercih değil zorunluluk”

Bu sloganın altına bir de çizim eklenmiş. Baba, anne, 2 çocuk el ele yürüyor. Bir de platform oluşturmuşlar. Bu platform adına yayınladıkları bildiri, “Yarım Kalan Hayatlar” başlığını taşıyor… O bildiri şöyle başlıyor;

“Yarım Kalan Hayatlar… Yaşamınızda neleri yarım bıraktınız? Peki, kendi kimliğinizle özgürce kendi sokaklarınızda bile dolaşamadığınız uzun yıllarınız oldu mu? Öyle hırsız, dolandırıcı, cinayet zanlısı veya katil olduğunuz için değil. Bu saklambaç oyunu, adi bir suçlu ya da bir tür provokatör olduğunuz için de değil…”

Peki, ama neden korkuyorlar? Neden polis görünce saklanıyorlar ya da yollarını değiştiriyorlar? Neden, çocuklarının mezuniyetine, hastalarının ziyaretine, oy kullanmaya sandık başına gidemiyorlar? İsterseniz o yazının devamından bir küçük alıntı daha yapalım;

“Çocuğumuzu okula götürürken, iş yerimize giderken, otogardan çıkarken bir yunus gördüğümüzde, bir polisle konuştuğumuzda yaşadığımız korku ve ürperme, tutuklu olmanın diğer adıdır. Yaklaşın bize!..”

Kim bu arkadaşlar? Hepsi de genç, çalışan, üreten insanlar. Sosyal medyadan bana da ulaştılar. Seçimler öncesi kısa bir değinmiştim sorunlarına. Ancak o sorun hala çözülmediği için yine sosyal medya üzerinden büyük bir kampanya başlattılar.

“Tercih değil zorunluluk”

Peki, hadi artık söyleyelim onlar askerlik sorunu nedeniyle kaçak duruma düşen bu ülkenin en üretken çağındaki genç insanları. Kimi işyeri açmış onlarca insan çalıştırıyor, kimi bir iş bulmuş sıkı sıkı sarılıyor. Kimi babasının memur maaşıyla okumuş şimdi kredi borçlarını ödeyip bir de ailesinin geçimine katkı sağlıyor. Ama hepsi kaçak 700 bin genç!.. 2011 yılında 30 yaş ve üstüne, 30 bin lira bedelle tanınan bedelli hakkından yararlanamadılar bu kaçaklar!.. Hem yaşları tutmadı hem de 30 bin lira ağır geldi genç bütçelerine. Peki, şimdi ne istiyorlar? Formül şu;

25 + 15

Yani ne demek bu? Yaş sınırı 25 olsun. Bedel 15 bin TL olsun. Üstelik bir de hesap tablosu çıkartmışlar. Devletin bu 700 bin gencin 25+15 formülünü hayata geçirmesiyle kasasında kalacak paranın yıllık 3 milyar dolar olacağını söylüyorlar. Yani vatana, millete hizmet olarak dönecek bir 3 milyar dolar. Az para mı?

Eh Sayın Başbakan’ın danışmanlarına da bu yazıyı kesmeden, kırpmadan, Sayın Erdoğan’a aktarmaları düşüyor artık. Hadi Sayın Başbakan çözün şu sorunu. Aileleriyle birlikte 2 milyondan fazla insanın sıkıntısı, korkusu, kaçaklığı bitsin. Artık 25 + 15 mi olur? 26 + 10 mu ona da siz karar verin.

Ağanın eli tutulmaz J

KAYIP KÜRT KIZI VE BABASI - 2

(İlk bölüm özeti; Bir Kürt babanın kızı kaçırılmıştı. Aşiret kaçana da kaçırana da infaz kararı almıştı. Kızı da oğlanı da bulduk ama durum fena halde karışıktı. Devamı aşağıda.)

10 dakika sonra tam karşıdaki odaya alındık. Sağda bir dolap, solda bir çekyat. Karşıda pencereyi yarısına kadar kaplayan üst üste yığılmış yatak, yastık ve yorganlar. Günlerdir aradığımız kız karşımdaydı. Başı öne eğikti. Gülümsedi utanarak. Sonra hiç beklemediğim bir şey yapıp boynuma atladı ağlamaya başladı. “Babam nasıl” dedi. O sırada o kadın araya girip kızı çekti aldı. “Topla çantanı” dedi, “gidiyorsun…”

Hep birlikte çıktık evden. İçerideki herkes kapıda sıra olmuştu. Tek tek tokalaşıp, öptüler. Yanımızda 3 kişi arabaya kadar eşlik etti bize. Kızı güvenli bir yere yerleştirip babaya haber verdik. Saat gece yarısını geçmişti. Aşiret komple gelmişti. Kızın babasını odaya tek başına aldım.

“Sana güvenebilir miyim? Kızını bulduk. İsterseniz bizi öldürün, yerini söylemem. Yaşı 18’den gün almış. Polise veririm, gizlerler bir daha asla göremezsin. Kızını evlendireceğim. Ne dersin?”

Dağ gibi adam derler ya, öyleydi kızın babası. Uzun boylu, yapılı, nasırlı elleri kocamandı. Karakaşlı, kara gözlü, pos bıyıklıydı. Teni tarlada, davar peşinde koşmaktan kurumuş toprak gibi çatlak çatlak, kırış kırıştı. Uzun uzun yere baktı. Sonra iki avucunu yanaklarıma koyup, “Yarın nikâhlarını kıy. Ben kefilim. Bir şey olmayacak. Ama artık yarın bitsin bu iş” dedi. Odadan çıktık. Kızın babası akrabalarına bir el işareti yaptı;

“De haden gidiyoruz. Kız devletteymiş.”

5–6 dakika tartıştılar kendi aralarında. Homurdanmalar arasında merdivenlerden yukarı çıktı kalabalık. Mutsuzdular. Baba, bana döndü;

“Yarın hallet bu işi. Uzamasın.”

Ve sabah olduğunda nikâh masası da hazırdı, nikâh memuru da, polis de. Aslında polisin de yapacağı bir şey yoktu. Yaşı büyük olduğu için ifadesini alıp ya salacaklardı ya da adresini gizleyip kadın sığınma evine koyacaklardı. Çocuk da eğer kız şikâyetçi olmazsa serbest kalacaktı. Ama inisiyatif kullanmıştı konuştuğumuz müdür birkaç sivil polis daha göndermişti.

Heyecan doruktaydı ekipte. Kızı bir odaya sakladı yapımcılar. Bir gece önce bana, “Nikâhlarını kıy. Ya da başına geleceklerden sorumlu değiliz, bunu da bilesin” diyen kadın damadı da getirmişti söz verdiği gibi. Sonra babası geldi kızın. Yanında 2 kişi daha vardı. Nikâh kıyıldı. Kızın annesi telefonla canlı yayına bağlandı. Kürtçe konuşuyor, Türkçe bilmiyordu. O zamanlar programın yönetmeni olan Flash TV İcra Kurulu üyesi Mustafa Aktaş kulaklıktan tercüme etti, ben de stüdyodakilere aktardım.

“Kara ceylanım. Mutlu olasın…”

Kız ağladı… Baba başını öne eğdi, sustu… Boncuk boncuk terliyordu dev gibi adam.

O baba nikah sonrası odaya geldi. “Yalçın bey izninle…” dedi. “Buyurun” dedim ama odadan da çıkmadım. Uzandı, kızını alnından 3 kez öptü. Damada dönüp bakmadı bile. Çıktı tuvaletlerin olduğu bölüme gitti. Arkasından koştum. Lavaboya dayanmış sessiz sedasız ağlıyordu. Beni görünce yüzünü yıkadı, baktı, baktı, baktı…

“Ben bir daha gelemem buralara. Hakkını helal et…”

Kızla oğlan ellerinde nikah cüzdanları polisler eşliğinde ifade vermeye gitti. Biz de döndük yeni kayıp dosyalarına. Aylar geçti, ziyarete geldiler. Bebek doğmuştu. Adını da Yalçın koymuşlardı. Barışmışlardı aileleriyle. Oğlan askere, kız da baba ocağına dönüyordu teskereye kadar.

Bütün bunları niye anlattım. Bıktık kadın cinayetlerinden… Bıktık aile katliamlarından. Bıktık vurup vurup intihar edenlerden. İnsan aşkım dediğine nasıl kıyar? İnsan evladını nasıl parçalar? Nasıl?.. Yanıtını bulamadığım sorular bunlar 35 yıllık meslek hayatımda…

Üç canı kurtarmak… Bir töre cinayetinin daha önüne geçmek. Risk almak. Tehdit edilmek, dayak yemek… Hepsini yaşadım, yaşadık. Yani sadece, “Tülaaayyy” değildi yaptığımız iş. Onu demeye getiriyorum.

Do you understand?

ÇAY MESELESİ…

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri ulaştı bana sosyal medyadan. Çaylarına zam yapılmış. Şimdi bu da konu mu diyeceksiniz ama konu hem de öğrenci bütçesi için çok ciddi konu. Onlar da twitter’da #çayımadokunma sayfası açmışlar. Bir bakın derim…

Nisan. 10, 2014

Karşı Gazete

NETWORK

Bumerang - Yazarkafe

Flickr