Bu mu o gazeteci?

12 Eylül askeri darbesinin etkileri ülkenin üzerinde tüm hızıyla sürüyor. Tutuklamalar, işkenceler, gözaltılar, vatandaşlıktan çıkartmalar, idamlar... Basın da bu dönemin sıkıntılarını en yoğun yaşayan sektörlerin başında geliyor. Askeri darbenin lideriKenan Evren ve arkadaşlarının talimatları doğrultusunda sıkıyönetim mahkemelerinin aldığı kararlar gazetelerin haber merkezlerindeki panolarda "mutlaka bakılması gereken"ler arasına asılıyor sürekli.

Gazetenin bahçesine haki renkli bir jip yanaştığı zaman anlıyorsunuz ki ya toplatma kararı, ya kapatma kararı ya da yeni bir yasak asılacak o, "12 eylül yasaklar" panosuna. Manşetinden, özetine kadar satır satır kontrol ediliyor gazete. Aman bir sakatlık olmasın, aman gazeteye kapatma kararı (yayın yasağı) gelmesin diye. Toplatma ya da kapatma basın özgürlüğü açısından sorun olsa da asıl sorun ekonomik oluyor. Çünkü gazeteler o yıllarda satıştan ve yayınladıkları reklamdan para kazanıyorlar sadece. Gazete yöneticileri bu sıkıntılarla boğuşurlarken, haberciler de başka başka sıkıntıları aşmak zorunda kalıyorlar.

Ben de o yıllarda Cumhuriyet'de muhabir olarak çalışıyorum. Kenan Evren'in yurt gezilerini izliyorum. Herşeyin askeri düzen içinde organize edildiği bu gezilerde "haberi taşra baskısına yetiştirmek" en büyük sorun. Çünkü eğer yarın sabah sizin gazetenizde bir önceki günün "Kenan paşa" haberi yoksa bu sıkıntı yaratıyor. Haberi taşra basıkısına yetiştirmek demek, en geç saat 16:00'ya kadar haberin ve görsellerinin haber merkezi masasında olması anlamına geliyor.

O yıllarda cep telefonu yok, İcat bile edilmemiş. İnternet yok. Fax yok. Bilgisayar yok. Sadece Anadolu Ajansı bürolarında bulunan ya da ajansın fotomuhabirlerinin yanlarında getirdikleri seyyar karanlık oda ile bir tamburalı fotograf geçme makinası var. Saat 16:00 olmadan haberi yazacaksınız, bir yer bulup seyyar karanlık odayı kuracaksınız. Filmi sigara ışığında yıkayıp, görüntüleri siyah beyaz karta basacaksınız. Ardından fotografı bu tambura saracaksınız ve bir telefon bulup santraldan sıraya gireceksiniz. Sıra size gelince şehirlerarası santral telefonu bağlayacak. Karşı tarafa fotograf geçeceğinizi belirteceksiniz. Onay sesini alınca başlayacak tambur dönmeye. Fotosel gibi bir şey tambur 360 derece dönerken resmi sağdan sola, soldan sağa satır satır tarayacak. Yani bir fotograf boyutuna göre 10 ila 30 dakika sürebiliyor. Tabii bu arada hat kesilmezse...

En büyük şansımız Kenan Evren'in basın müsaviri Ali Baransel'di. Ali ağabeyin çok iyiliklerini görmüşümdür, Evren'i takip ederken. Meslek tecrübesini kullanan Baransel, güzargahlarda öyle duraklar ayarlardı ki, haber eğer muhabir çok acemi ya da tembel değilse mutlaka taşra kalıbına yetişirdi. Kenan Evren'in konsey başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Türkiye'de adım basmadığım yer kalmadı diyebilirim. Özellikle siyasi yasaklarla ilgili referandumun yapılacağı 1987 yılının sonbaharına kadar il il dolaştık. Kah Kenan paşayla, kah Süleyman Demirel'le, kah rahmetli Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit'le dolaştık ülkeyi. Bu arada rahmetli Turgut Özal'la da gitmediğimiz yer kalmamışdı.

Çişim geldi olanlar oldu

Kenan Evren
'in İzmit, Sakarya, Bolu güzergahındaki bir gezide olan oldu. Gazetecilik başarılarımdan en önemlilerinden birisine imza attığım bu olayda yüreğim de ağzıma gelmişti. Adapazarı'nda TSK'nın tank modernizasyon, tamir bakım fabrikasını geziyordu Kenan paşa. Yetkillerden bilgi aldı daha sonra da aralarında sivillerinde olduğu çalışanlarla öğlen yemeği yedi. Öğleden sonra Adapazarı'na geçtik. Daha sonra da bir süre dinlenmek için valilik binasına geçti Kenan paşa. Valilik makamı üst kattaydı.

Kenan Evren, makam masasında oturmuş vali ve diğer yetkililerden bilgi alıyordu. Çok sıkışmıştım. Küçük tuvaletim gelmişti. Umumi tuvalet yakındaydı ama haber atlarım korkusuyla uzaklaşamıyordum valilikden. Paşanın o zamanki koruma müdürü ile aram iyiydi. Yalvar yakar rica ettim. Giriş kattaki tuvaletter kapalıydı. Korumaların hepsi beni yakından tanıyordu. Sürekli bir arada olunca samimiyet de artıyordu doğal olarak. Gene de uyarmışlardı içeride çok kalmamam konusunda. Hızla üst kata çıktım. Sağa dönüp koridorun sonundaki tuvalete girdim. Paşa gelecek diye pırıl pırıl yapmışlardı tuvaleti. İşim bitti, rahatlamıştım. Ellerimi yıkadıktan sonra tam koridordan geçerken bir anda domdum kaldım.

Kenan paşa karşısındaki koltukta oturan kişiye bir şeyler anlatıyordu. Laf arasında duyduklarım şunlardı,

"F-16 ihalesine değineceğim az sonra kürsüden. Bir suistimal varsa soruşturma açılmasını isteyeceğim"

Soluğumu tutmuştum. Aldığım gazetecilik terbiyesi gereği çok önemli haber yakaladığımda, yakalanmamalıydım. Yani heyecanımı belli etmemeliydim. Bu bana rahmetli Uğur Mumcu'nun öğüdüydü. Kapısının üstünde "yazıişleri müdürü" yazılı tabela asılı olan odaya girdim. Burası önemli makamdı. İçerdeki görevliye direk hattı sordum ve gösterdi. İstanbul'daki haber merkezini çevirdim.

Karşımdaki ses, benim gazeteciliğimde büyük emeği bulunan Bab-ı Ali'nin gelmiş geçmiş en hızlı haber müdürlerinden Yalçın Bayer'e aitti. Fısıltıyla durumu özetledim. Saatime baktım, 15:57'diydi. O anı hiç unutmam. Yalçın ağabey herzamanki babacan tavrıyla fırça atarak tebrik etti beni. Notumu haber diliyle yazdırmaya kalkınca, "tamam yeter bu kadar bilgi. Sen notlar halinde söyle ben hallederim" dedi. Bilgilerimi ve duyduğum kelimeleri aktardım. Saat 16:05'di. Haber taşra baskısına yetişecekti. Yani bu şu demekti;

Gel bakalım Yalçın efendi

Gazetelerin bir taşra bir de şehir baskıları vardı. Taşra kalıbı dediğimiz gazetenin sayfa kalıpları erken bağlanır gazete basılıp kamyonlarla taşraya giderdi. Bir de şehir kalıbı olurdu. Bundada en son gelişmeler yer alırdı. Bu nedenle mesela saat 20:00'de olan bir oalyı okuyucu ya TRT'den ya da radyodan öğrenirdi. Bir gün sonraki taşra baskısına giremezdi belli bir saatten sonra olan haberler.

Kısa süre sonra Kenan paşa kürsüye çıktı. Konuştu, konuştu, konuştu... Ama F-16 olayına ilişkin tek kelime etmedi. Paniklemiştim. Ne olacaktı şimdi. Gazete çoktan yola çıkmıştı bile. Ve muhtemelen birinci sayfadan darbe zamanı Hava Kuvvetleri Komutanı olanTahsin Şahinkaya ile ilgili F-16 olayı büyükce verilmişti.

"Gün ola harman ola..." dedim ve beklemeye karar verdim. Akşam bölge muhabirleri ve diğer gazetecilerle bize gösterilen ancak parasını kendimizin ödediği otelin restoranında muhabbete daldık. Benim özelliğim, "haber atlatmam" dı. Ortadan kayboldum mu diğerlerinin canı sıkılırdı. Hatta bir geziye haberi izlemek için ben gönderildiysem, bazılarının canı fena halde sıkılırdı. Her gittiğim işte mutlaka farklı bir taraf yakalamak için ruhumun şeytan tarafı beni esir alırdı adeta. Ama bu akşam ortadan kaybolmama gerek yoktu, haberin büyüğünü zaten atlamışlardı. Ya da ben Kenan paşa tarafından fena halde atlatılmıştım. Bu duygularla odama çıkıp yattım.

Sabah erkenden Kenan paşanın kaldığı yere davet edildim. Diğer gazeteciler daha uykudaydılar. Koruma arkadaşlarla binaya girdik. Büyükce bir salondu. Sol tarafta masanın üzerine o günün gazeteleri yanyana dizilmişti. En başta da Cumhuriyet vardı. Kenan paşa tek kişilik kotukta oturuyordu. Yanında ayakta damadı Erkan Gürvit duruyordu. Yaveri aehmetli Albay Cevat Ertenve basın müşaviri Ali Baransel yanyana ayakta bekliyorlardı.

Ali Baransel herzamanki beyefendiliği içinde elimi sıktı. Sonra masanın yanına yürüdük. Gazetelere bakmamı istedi. F-16 olayıCumhuriyet'de menşetteydi. Ama diğer gazetelerde yoktu. Atlatmıştım herkesi. Ama bakalım atlatılmışmıydım? Az sonra belli olacaktı bu.

Kenan paşa'nın yanına doğru yürüdük. Paşa koltukta hifi yan döndü. "Bu mu o haberi yapan?" dedi. "Evet efendim" diyebildim sadece. Güldü. İyice yan döndü. Beni yukarıdan aşağıya kadar süzdü. "Nereden duydun bunu bakalım" dedi bu kez. İyice gerilmiştim. ne yapacaktım. "Tuvaletim geldi. Ersin ağabey izin verdi üst kata çıktım o arada duydum" desem, görevlileri üzecek paşa diye korkuyorum. Sustum. Öylece sustum. Kenan paşa "tamam" dedi. Ve eliyle çıkabilirsin ya da tamam çıkartın gibi bir işaret yaptı. Ali Baransel'le gözgöze geldim. Sıcak bir gülümseme geçti yüzünden Ali ağabeyin. Meğer paşa bu konuşmayı birgün sonra yapacakmış. yani ben atlatmış oldum.

Hızla terk ettim salonu. Otele döndüm. İstanbul ve Ankara'da takibe katılan gazeteci arkadaşların suratı bir karıştı. Yapacak bir şey yoktu. Olan olmuş haber atlanmıştı bir defa.

Ve paşa bir sonraki durakta kurulan kürsüde yaptığı konuşmada F-16 konusunu söyledi. Rahatladım. Keyifle açıp gazetenin manşetine ve altındaki imzama uzun uzun baktım. İşte biz habercilere en büyük ödül buydu.

Ocak. 19, 1999

Web Siteleri

NETWORK

Bumerang - Yazarkafe

Flickr